‘’ALLAH’A VE ELÇİSİNE İTAAT’’ NASIL OLMALIDIR?

İddia: Kur’an, Allah’a ve elçisine itaat etmemizi emretmektedir. Bundan dolayı Allah’a itaat etmek için Kur’an’a, elçiye itaat etmek için ise hadis kaynaklarına başvurmalıyız.

 

İddiaya Cevap: Kur’an’ı incelediğimizde, Allah ve elçisine itaatin nasıl olması gerektiğinin detaylı bir şekilde izah edildiğini görüyor ve bu izahın yukarıdaki iddia ile uyuşmadığına tanık oluyoruz. Kur’an’daki birçok ayet itaatin nasıl olması gerektiğini açıklarken; gelenekteki iddia sahiplerinin, örneklerini vereceğimiz üzere ayetleri nasıl görmezden geldiklerine inşallah siz de tanık olacaksınız.

Bu önemli konuya başlamadan önce, ‘resul/elçi’ kelimesinin anlamını verelim. ‘Resul/elçi’ kelimesi, ‘kendisine ait olmayan bir şeyi başkasına ileten kişi’ anlamına gelir. Elçiler taşıdıkları mesajda ilave veya eksiltme yapmaksızın, mesajı tam olarak iletirler.

ALLAH’IN ELÇİSİ MESAJI TAŞIYAN KİŞİDİR VE ELÇİYE İTAAT ŞARTTIR

Âl-i İmran 32:ALLAH’a VE elçiye itaat edin,” de. Yüz çevirirlerse, elbette ALLAH inkârcıları sevmez.

 

Yukarıdaki ayette de belirtildiği üzere elçiden yüz çevirmek/itaatsizlik, inkârcılık olarak nitelenmiştir. Burada sorulması gereken soru, Allah’ın elçilerine itaatin nasıl olması gerektiğidir. Elçiler Allah’ın ‘’emirlerini’’ titizlikle uygulayan ve ileten (Enbiya:27 bkz) kullar olduğu için onlara itaatsizliğin manası, iletmekle yükümlü oldukları Allah’ın emirlerine karşı gelmek anlamını taşır. Yani elçiye itaat, ona indirilen mesaja itaat anlamına gelir.

Problemli anlayışı oluşturan temel yanılgının nedeni ‘’ve’’ bağlacı ile ilişkilidir. Bu yanılgı Kur’an’da geçen ‘’Allah ve elçisi’’ tamlamasının iki ayrı görev tanımı gibi anlaşılmasından kaynaklanıyor.

Oysa Arapça da ‘’ve” (و ) bağlacı kendi dilimizde de olduğu gibi sadece iki ayrı şeyi tanımlayan bir bağlaç olarak kullanılmaz. Kur’an’da bunun birçok örneği vardır. Bununla ilgili birkaç örnek verelim.

Nur ve Kitap Ayrı Şeyler mi?

Maide 15: Kitap halkı, kitabın gizlediğiniz birçok bölümünü açığa çıkaran ve birçoğunu da yüzünüze vurmayan elçimiz geldi size. ALLAH’tan bir nur ve apaçık bir kitap da geldi size.

 

Kitap ve Furkan Ayrı Şeyler mi?

 

Bakara 53: Yola gelmeniz için de Musa’ya kitabı ve furkanı verdik.

 

Yukarıdaki ayetler bize, Kur’an’daki ‘’ve’’ bağlacının her geçtiği yerde iki ayrı şeyi tanımlamak için kullanılmadığını gösteriyor.

Maide suresi 15’de geçen ‘nur’ ve ‘kitap’ ifadelerinin, Kur’an’da ayrı şeyler olarak değil; Kur’an’ın bir özelliği olarak kullanıldığını anlıyoruz. Yine Bakara 53’te Musa Peygamber’in iki ayrı kitap (kitap ve furkan) almış olduğunu değil, vahiy aldığı kitabın bir özelliğini belirtmek için ‘’ve furkan’’ ifadesinin kullanıldığını görüyoruz.

Yukarıdaki ayetlerde ‘’nur ve kitap’’, ‘’kitap ve furkan’’ ifadeleri ayrı ayrı şeyleri ifade etmediği gibi, ‘’Allah’a ve elçisine itaat’’ kavramı da farklı kaynaklara itaat anlamı taşımaz. Allah’a ve elçisine itaat, tek bir kaynağa; yani Allah tarafından elçisine indirilen mesaja itaattir.

 

Ayetin Sonu Tekil Zamirle Bitiyor!

Enfal 20: Ey inananlar, ALLAH’a VE elçisine uyunuz. İşittiğiniz halde ondan yüz çevirmeyiniz.

يَا أَيُّهَاالَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنتُمْ تَسْمَعُونَ

 

Yukarıdaki ayette yine Allah ve elçisi birlikte anılarak itaat etmemiz isteniyor. Fakat ayet, ‘’ondan yüz çevirmeyin” şeklinde bitiyor. Buradaki ifadede çoğul zamir olan “onlardan” kelimesinin değil, tekil zamir olan “ondan” kelimesinin kullanılması konumuz açısından oldukça önemlidir. Çünkü Allah ve elçisi iki ayrı öğreti öner(e)mezler. Allah’ın elçisinin yegâne görevi, efendisinden aldığı mesajı muhatap olduğu insanlara ekleme ve çıkarma yapmadan iletmektir. Ne bir eksik, ne bir fazla…

 

Elçiye Açılan Savaş, Allah’a Açılmış Bir Savaş Olarak Kabul Ediliyor!

Enfal 13: Çünkü onlar, ALLAH’a VE elçisine karşı aktif olarak savaştılar. Kim ki, ALLAH VE elçisiyle savaşırsa elbette ALLAH’ın cezası çetindir.

 

Yukarıdaki ayette görüleceği üzere elçiye açılmış bir savaş, ‘’Allah’a ve elçisine’’ açılmış olarak tanımlanıyor. Oysa müşrikler Allah’a savaş açmadılar. ‘’Allah’a ve elçisine itaatin’’ Kur’an’daki mesaja itaat olduğunu kabul etmeyenler, bu ifadelerden müşriklerin Allah ve elçisiyle ayrı ayrı savaştıklarını mı anlıyorlar? Kur’an’ın da belirttiği gibi elçiye olan düşmanlık, Allah’a yapılmış düşmanlık şeklinde takdim edilmiştir. Yani ayetten de anlaşılacağı gibi, Allah ve elçisini bir bütün olarak değerlendirmek zorundayız. Mesajı taşıyan kişiye karşı alınan her tavır, mesajı gönderene yapılmış sayılır. Elçiler mesajı taşırlarken onlara itaat bu yüzden çok önemlidir.

‘’Ve’’ bağlacı aynı şekilde Tevbe suresi 1’de, iki ayrı şeyi birleştirici olarak değil, ifadeleri bağlama aracı olarak kullanılmıştır.

 

Ayetteki Uyarıyı Allah ve Elçisi Birlikte Tasarlamadılar!

Tevbe 1: Bu, ALLAH VE elçisinden, kendileriyle anlaşma yapmış bulunduğunuz ortak koşanlara bir uyarıdır.

 

Konumuz açısından Tevbe suresi 1. Ayet oldukça önemlidir. Ayetteki uyarıyı, Allah ve elçisi ayrı ayrı bildirmediler. Ayette TEK uyarı var. Yine Kur’an’ın tanıklığıyla, ‘Allah ve Resulü’ tamlamasının nasıl anlaşılması gerektiğiyle alakalı önemli bir kanaat elde ediyoruz.

Ayette ‘ve’ bağlacı olmasına rağmen, Allah’ın elçisine yaptırdığı uyarı nasıl ki elçisinin uyarısı değil kendi uyarısı olarak görülüyorsa; ‘’Allah ve elçisi’’ tamlamasında da aynı durum söz konusudur.

Yine Hicr suresinde de ‘’ve’’ bağlacının benzer bir kullanımını görüyoruz.

Hicr 87: Biz sana yedi çifti VE büyük Kur’an’ı verdik.

 

Yukarıdaki ayette ‘’Biz sana yedi çifti ve büyük Kur’an’ı verdik’’ derken, yedi çift ifadesi âlimler tarafından Kur’an’ın içindeki bir şey olarak nitelendirilmiştir. ‘’Yedi çiftten kasıt, Fatiha suresidir’’ diyenler olduğu gibi; ‘’Kur’an’ın içindeki emir-yasaklar, cennet-cehennem, muhkem-müteşabih’’ gibi yedi çift bileşim olduğunu iddia edenler de olmuştur. Netice olarak TANIMLAR YİNE KUR’AN’IN İÇİNDEN GELMİŞTİR.

Fakat aynı kişiler ne hikmetse, ‘’Allah ve elçisine itaat’’ kavramını ‘’Kur’an ve hadis kitapları’’ olarak iki ayrı kaynak kabul etmişlerdir. Böylece insanları vahyin/Kur’an’ın dışına çıkararak diledikleri öğretileri dinin içine sokmuşlardır.

Bir de dilimizden örnek verelim:

‘’Sizi ve ailenizi çok seviyorum’’ dediğimdeVE’ bağlacını ‘’siz’’ ifadesini aileden ayrı olarak gördüğüm için değil, dilin yapısı gereği VURGU (size) yapmak için kullanmış olurum.

 

Elçiyi, Allah Gibi Yasalar Koyan Biri Olarak Görebilir misiniz?

Tövbe 29: Kendilerine kitap verilenler arasından, ALLAH’a ve ahiret gününe inanmayan, ALLAH’ın ve ELÇİSİNİN HARAM SAYDIĞINI HARAM SAYMAYAN ve gerçek dine uymayan kimselerle boyunlarını eğip elleriyle vergi verinceye kadar savaşın.

 

Allah, Kur’an’da açık bir şekilde TEK YASA KOYUCU olarak tanımlanmıştır. Tevhidin en önemli ilkesi, Allah’ın yasamada ortağı olmadığının kabul edilmesidir. Ayetteki ‘’ve’’ bağlacını aynen gelenekçi kesimin okuduğu gibi okumakta ısrar edenlerin, elçinin de HARAMLAR KOYABİLECEĞİNE İNANMASI GEREKİR ki, mezheplerde öyle de olmuştur. Böylece, Allah’ın kıldığı haramların Kur’an’da, elçinin kıldığı haramların ise hadislerde olduğunun kabulü gerekli olur.

Oysa Kur’an’ın birçok ayetinde, altı çizili bir şekilde Allah’tan ayrı yasa koyucu edinmenin şirk olduğu ifade edilir. 5:48-50, 16:35,  42:21, 12:40, 6:112-114 ayetlerine bakılabilir. Üstelik 66:1’de elçinin kendisine bile haram koyamadığını görüyoruz. Dolayısı ile yukardaki ayette geçen ‘ve’ bağlacını da yine Allah’tan ayrı elçinin de yasa koyucu olduğu şeklinde anlamak Kur’an’a ters düşer.

Son olarak Âl-i İmran 48’e bakalım. Ayette görüleceği üzere dört adet ‘ve’ bağlacı var. Nasıl ki bu ayette ‘ve’ bağlacından sonra gelen kavramları farklı şeyler olarak anlamayıp, sonra gelen ifadeleri kitabın tanımı olarak görüyorsak; yine ‘’Allah ve Resulü’’ tamlamasında da aynısı anlaşılmalıdır.

 

Âl-i İmran 48: Ona hikmetli kitabı, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek.

وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ

 

SEÇME HAKKIMIZIN OLMADIĞI HÜKÜM HANGİSİDİR?

Aşağıdaki ayete göre, elçi, tüm görüşleri göz önünde bulundurup, herhangi bir durum hakkında son kararı verdikten sonra karşı çıkmak söz konusu olamaz.

Ahzab 36: Allah ve elçisi bir işte hüküm verdiği zaman, hiçbir inanan erkek ve kadın o işte seçim hakkına sahip değildir. Kim Allah’a ve elçisine isyan ederse açık bir biçimde sapmış olur.

 

Yukarıdaki ayette bahsedilen elçinin hüküm vermesinin ne anlama geldiğini Kur’an’a soralım:

Maide 49: Sen de aralarında ALLAH’IN İNDİRDİĞİYLE HÜKMET. Onların keyfine uyma. Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından sakın seni şaşırtmasınlar. Yüz çevirirlerse, demek ki, Allah bazı günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. Gerçekten insanların çoğu yoldan çıkmıştır.

Maide 50: Yoksa cahillik dönemindeki yasaları mı arıyorlar? Bilgiye dayanan kesin inanç sahipleri için ALLAH’TAN DAHA GÜZEL HÜKÜM VEREN KİM VARDIR?

Enbiya 45: De ki: ‘’Ben sizi ANCAK VAHİY İLE uyarıyorum. Ama sağırlar, uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler ki!

 

Yukarıdaki verilen örneklerden sonra gerçek itaatin nasıl olması gerektiğini sorduğumuzda, geleneksel din izleyicilerinin aslında elçiye uymadıklarına da tanık oluyoruz.

Gördüğünüz gibi, Maide 49’da, Allah’ın indirdiğiyle hüküm verilmesi emrediliyor. Hemen sonraki ayette, ‘’Allah’tan daha güzel hüküm veren kimdir?’’ diye sorulması da oldukça anlamlıdır. Demek ki, Peygamberimiz SADECE KUR’AN ile hükmetti. Öyleyse hadis kitapları da dâhil olmak üzere, Kur’an dışında hiçbir kitaptan hüküm çıkarılamaz. Elçinin hükmü de herhangi bir kitapta değil, SADECE KUR’AN’da aranmalıdır.

MUHAMMED PEYGAMBER’İN KİŞİSEL KARARLARINDA HATA YAPABİLECEĞİNE DAİR KANIT!

Tevbe 43: Allah seni affetti. Doğrular ve yalancılar sana belli olmadan önce neden onlara izin verdin?

 

Yine şunu ayetlerden anlıyoruz ki, elçinin kişisel görüşleri tartışılmaz değildir. İnananlar fikir beyan edebiliyor ve hatta elçinin fikirlerine karşı da çıkabiliyorlar. Bundan anlıyoruz ki, elçinin her sözü vahiy değildir ve tartışılmaz olan elçinin ilettiği kitaptır/vahiydir.

Yukarıdaki ayette, Peygamberimizin savaşta yanında bulunan inananlara izin vermesi eleştiriliyor. Sadece bu ayetten bile, elçinin günlük hayatta hataları olabileceğini ve elçinin her sözünün vahiy olmadığını rahatlıkla anlıyoruz. Zaten Kur’an kavram olarak ‘’Muhammed’e itaat’’ ifadesini değil, görevinden dolayı ‘’Elçiye itaat’’ ifadesini kullanıyor.

Toparlayacak olursak, seçme hakkımızın olmadığı hükmün Peygamberimizin kendi kişisel sözleri olmadığı açıktır. Böyle bir iddia Kur’an’la çelişir. Her insan gibi Muhammed Peygamber de kişisel kararlarında hata yapabilir.

Âl-i İmran 159: …yapılacak işler hakkında ONLARA DANIŞ. Karar verince de Allah’a güven, Allah güvenenleri sever.

 

Âl-i İmran suresi 159. ayetin sonunda ise, Peygamberimize günlük kararlarında insanlara danışmasının emredilmesi oldukça önemlidir. Elçinin her (şahsi) sözü vahiy olsaydı veya her (şahsi) sözüne itaat zorunlu olsaydı, böyle bir emir olmazdı.

ELÇİLER SADECE VAHYE UYARLAR!

Kur’an’da birçok ayette Peygamberimiz kendi ağzıyla ‘’Ben SADECE VAHYEDİLENE UYARIM’’ diyor.  Şu soruları sormalıyız: Hani Resul’e uyacaktınız? Neden yığınla dini kaynağınız var? Neden Peygamberimizin yaptığı gibi SADECE KUR’AN ile hükmetmiyorsunuz? Peygamberimize yeten kitap, size neden yetmiyor? Yine birçok ayette ‘’Ben SADECE uyarıcıyım’’ demesine rağmen, elçinin görev tanımında olmayan (yasa koyucu-Kur’an’ın tefsircisi vs.) sorumlulukları ona neden yüklüyorsunuz?

 

Ahkaf 9: De ki: “Ben Peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne olacağını da bilmem. Ben, SADECE BANA VAHYEDİLENE UYUYORUM. Ben apaçık bir UYARICIDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLİM.”

Maide 92: ALLAH’a uyun, elçiye uyun, dikkatli olun. Yüz çevirirseniz bilesiniz ki elçimize DÜŞEN GÖREV, AÇIKÇA BİLDİRMEKTİR.

Nur 54: De ki: “ALLAH’a ve elçiye uyunuz. Reddederseniz, o kendi görevinden sorumludur, siz de kendi görevinizden sorumlusunuz. Ona uyarsanız, doğruyu bulursunuz. Elçinin TEK GÖREVİ, MESAJI AÇIKÇA BİLDİRMEKTEN İBARETTİR.

Yukarıdaki üç ayette (ve benzeri birçok ayette) ‘’elçiye uyun’’ denildikten sonra görev tanımı tebliğle sınırlanıyor, sizce bu bir tesadüf müdür? Elbette değildir. Arapçadaki 2 adet olumsuzlama edatıyla birlikte gelen bu ayetler (toplamda 11 adet), sürekli “Elçiye UYUN” DİYE EMRETTİKTEN SONRA, görev tanımını sadece mesajı tebliğle sınırlıyor.

Günümüz ‘’dindarları’’ elçinin görevini yeterli bulmuyor olabilirler ama önemli olan onların yeterli bulup bulmadıkları değil, YÜCE ALLAH’IN ELÇİSİNE VERDİĞİ GÖREVİN TANIMIDIR!

Kur’an’da mükemmel bir şekilde tarif edilen İslam dini tamamlanmıştır (5:3, 6:115) ve eksiği de yoktur ki, elçi bu eksiği tamamlasın (6:38). Ayetleri kapalı değildir ki, bu ayetleri kendisi de ayrıca açıklasın (16:89). Detaysız değildir ki ayrıca detaylandırmaya ihtiyaç duysun (11:1). Ayetlerin anlaşılması inananlar için zor değildir ki (54:17) anlamayı kolaylaştırsın.

Elçinin Duyurmakla Yükümlü Olduğu Tek Şey Kur’an’dı:

Maide 67: Elçi, Rabbinden sana indirileni duyur. Bunu yapmazsan O’nun elçiliğini duyurmamış olursun. ALLAH seni halktan koruyacak. ALLAH inkârcıları doğru yola iletmez.

 

Yukarıdaki ayette de kolayca görebileceğimiz gibi, vahyi duyurmamak elçilik vazifesini yerine getirmemek anlamına geliyor. Elçiler kendilerine indirilene uymak ve kendilerine indirileni iletmekle yükümlüdürler. Mesajı duyurduklarında ise görevlerini yerine getirmiş olurlar. Aslında her mümin de mesajı iletmekle yükümlüdür. Elçilerin bir farkı bu iletme görevini korkmadan (5:67’de kendisinin korunacağı garanti ediliyor) yerine getirmek ve her durumda mesajı iletmek zorunda olmalarıdır. Bunun örnekleri Kur’an’da çoktur.

ELÇİLER MESAJA İLAVELER KATAMAZLAR

İsra suresi 73-75. Ayetlerinden, elçinin mesajdan ufak bir sapma bile gösteremeyeceğini anlıyoruz. Mesajdan ufak bir tavizin muhatabın dostça davranmasına yol açacağı elçiye söylenmesine rağmen, bu, SERT BİR DİLLE YASAKLANMIŞTIR.

İsra 73: Başka bir şeyi uydurup bize yakıştırman için neredeyse seni sana vahyettiğimizden ayırıp saptıracaklardı. İşte o zaman seni dost edineceklerdi.

İsra 74: Seni sağlamlaştırmasaydık, onlara neredeyse bir parça meyledecektin.

İsra 75: O zaman da hayatın ve ölümün azabını katlayarak sana tattırırdık. Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.

  

KUR’AN’IN YETERSİZ GÖRÜLMESİ YENİ DEĞİL

Yunus 15: Onlara apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, bize kavuşmayı ummayanlar, “Bundan başka bir Kur’an getir yahut onu değiştir!”, derler. De ki: “Onu kendi tarafımdan değiştiremem. Ben yalnız bana vahyedilene uyarım. Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım.”

Muhammed 9: Çünkü onlar, ALLAH’ın indirdiğini beğenmediler. O da onların işlerini geçersiz kılmıştır.

 

Yunus suresi 15. ve Muhammed suresi 9. Ayetler önemli bir gerçeğe işaret ediyor. Ayetlerden anlaşılacağı gibi, Kur’an’ı beğenmeme ve yetersiz görme düşüncesi vahyin ilk muhatapları olan ortak koşan kişilerde de vardı. Kur’an kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın, vahiy tek başına bu inkârcılar arasında olumlu karşılık bulmamıştır.

Günümüzün geleneksel din izleyicisi kişilerinin durumu da bundan farklı değildir. Kur’an’ın eksiksiz, detaylı oluşu ve din için her türlü örneğin Allah tarafından açıklanmış olduğu gerçeği birçok ayette tekrarlanmasına rağmen, günümüzün sözde Müslümanları atalarından öğrendikleri bazı gerekçelerle KUR’AN’I YETERSİZ GÖSTERMEK İÇİN ELLERİNDEN GELENİ YAPMAKTADIRLAR.

ENAM 116. AYET ÖNEMLİ BİR GERÇEĞE ATIF YAPIYOR

Enam 116: YERYÜZÜNDEKİLERİN ÇOĞUNA UYARSAN seni ALLAH’ın YOLUNDAN SAPTIRIRLAR. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece tahminde bulunup saçmalıyorlar.

 

Günümüzde inkârcılık boyut değiştirmiştir. İnkârcılık artık Kur’an’ı reddetmek yerine, Kur’an’a inandığını söyleyen insanlar arasında farklı bir boyutuyla hayat bulmaktadır. Mezhepleriyle birbirine düşman olan günümüz ‘’Müslümanları’’ aslında Kur’an’ı izlememektedirler. Bunu inşallah diğer bölümlerde işlemeye çalışacağım.